7. arayışım. Yine açmadı. İnşallah telefonu yine bahçede unutmamıştır. Eğer öyleyse bulması çok zor olacak derken 8. arayışımda hiddetli bir alo duydum. ‘’Alo baba n’apıyorsun’’ demeye kalmadan günün her saatine hazır ettiği cümlelerini dinlemeye başladım.
-Nazan patates alacaktı aldı mı?
-Ne patatesi babacım Nazan kim?
-Sabahki kadın. Çarşıda görmüştüm de bana 10 kilo patates al, demiştim ya o işte.
Baba sen 10 kilo patatesi ne yapacaksın, dedim sadece. Aynı şehirde yaşamadığımızı o kadını tanımadığımı ve o olaya şahit olmadığımı söylemeden. Çünkü bunlara asla inanmazdı.
-E kalabalık oluruz gelince Songül pişirir yeriz.
Songül benim eşimdi.
-Babacım ne yaptın daha gelmemize 1 ay var 1 aya kadar o patatesler ne olur sen biliyor musun?, dedim.
-Hadi ordan yarın gelmiyor musunuz?, dedi.
Yine unutmuştu.
-Hayır babacım dedim 1 ay var daha.
-Ben anlamam, dedi. Ses etmedim. Ne de olsa yarın sabaha bunu da hatırlamazdı.
-Kavaklar büyüdü mü?
-Hangi kavaklar kestim ben onları.
-Baba neden kestin ne güzel bahçenin havasını değiştiriyorlardı.
-Tahtalarından kümes yapıcam tavuklara, dedi. Kümes yapmayı bilmezdi, tavukları da yoktu.
-Peki dedim kolay gelsin. Yaparken tek kalma ama Ali’yi de çağır yanına.
-Ali gitti Ankara’ya sınavları başlamış, dedi. Ali okulu bitireli 5 yıl olmuşken.
-Baba ali okulu bitirdi ya, dedim.
-Ohoo nerde o hayta zor bitirir o okulu, dedi. Güldüm sadece.
Zaman zaman beni de İstanbul’da okuyorum diye hatırlıyor. En azından beni hatırlıyor ya olsun diyorum adımı unutana kadar unuttuğu her şey için tebessüm etmeye devam edeceğim çünkü biliyorum benim babam eskiyi unutmuyor. Saklıyor. Onları çok sevdiği işlemeli sandıklarına koyup çatıya kaldırıyor. İşlemeli sandığına koyamadığı bir iki bir şey var. Biri de annem. Onun varlığı ona en büyük dayanak oluyor. Zaman zaman, al şu telefonu Ayla hanım bu oğlan gene bir hayaller kuruyor bir şeyler uyduruyor, der. Eşim Songül telefonu açtığında da ‘’Sen kimsin oğlumun yanında ne işin var?’’ diye ortalığı ayağa kaldırmışlığı var sonuçta.
Biz konuşurken arkadan annemin sesi geliyordu.
-Fazıl bunlar ne Allah aşkına. Ben sana demedim mi portakal alma artık geçti zamanı diye.
-Ne oldu baba dedim portakal mı aldın?
-Aldım tabi. Kış kapıda geliyor bu kadının haberi yok. Bol bol yesin de kışa sağlam girsin diye aldım ama yine laf işitiyorum.
Aylardan mayıstı.
-Haklısın baba, dedim. Annem aldı o ara telefonu. Oğlum ne yapıyorsunuz nasılsınız, derken başladı anlatmaya. Geçen gün babam elinde iki bilezik gelmiş al şunları hanım bir yere sakla oğlanı evlendirirken lazım olur, demiş. 3 çocuğum var. Annem de ses etmemiş almış. Gönder o zaman onları bekliyorum, dedim. Gülüştük.
Annemin oturma odasındaki 3 raflı dolabının ortasında benim çocukluğumdan bu yana bütün diplomalar karneler durur. Ortaokul ikiden kalma bir karnem var. İçinde 2 zayıfın olduğu… Babam ne zaman onu bulsa arar beni veryansın eder. ‘’Senden adam olmaz okusan da biz görmeyiz.’’ der. Her defasında özür dileyerek ve çok çalışıp düzelteceğime yeminler ederek kapatırım telefonu. Küçükken defalarca soru sorardım bıkmadan cevap verirdi. Şimdi o bana defalarca geçmişi tekrar ettiriyor ve ben de bıkmadan onunla defalarca geçmişi tekrar ediyorum. Çünkü biliyorum onun benim hayatımda olduğu tek bir saniyeye bile çok ihtiyacım var. Beni hatırlamadığı gün ne yaparım bilmiyorum. Bazen ellerini avucuma alıp
Baba unutma lütfen, demek istiyorum…
Her şeyden öte onun beni unuttuğu yerden ben onu hatırlamaya devam edeceğim. Posterlerine sarılıp uyuduğunuz kimseleri gördüğünüzde delicesine mutlu olursunuz da onu ilk nerede gördüğünüz, ona ulaşmak için neler yaptığınız birer birer gözünüzde canlanır ya ve o bunları bilmez ama bunlar sizin kendinizi ona yakın hissetmeniz için yeterlidir.
Bir alzheimer hastasının yakını olmak her an onun hayatında yabancı olabilirsin bu yüzden yılmayan bir hayran gibi peşinden koş, demektir. O seni reddetse bile senin elinde onunla yaşadığın anlar var ve o hatırlamazken sen unutamazsın. Sanırım alzheimer hastası bir babanın oğlu olarak 43 yaşımda en büyük hayranlığımı yaşıyorum. Babama…
Annem en son telefonu kapatacakken gelip,
‘’Neden arıyorsun da beni istemiyorsun telefona faydasız!’’ dedi.
-Özür dilerim baba. Bahçedesin sandım. Bahçe ne alemde gelince bütün işleri tek başına halletme gelince ben de yardım ederim. Kapının girişindeki laleleri bana bırak.
-Sizin gelmenize daha bir ay var sana nasıl bırakayım ölür bu zavallılar o zamana, dedi.
Şimdi de hatırlamıştı.
-Haklısın baba unuttum, dedim.
-Unutursun tabi dedi elinizde o telefonlar sabahtan akşama kadar insan da akıl mı bırakır onlar?
-Doğru söylüyorsun baba Songül’ün de selamı var dedim
-Sen de selam söyle dedi. Baktım iyi,
-Baba seni çok seviyorum. Bunu unutma!
-Unutmam, dedi sonra bir şeyler düşünmüş olacak ki ekledi arkasına
–Unutsam bile hissederim merak etme…
Bir şey demek gelmedi o an içimden. İçim acıdı sadece. ‘’Sağ ol baba.’’ diyebildim. Aslında bu sağ ol bu sözünden ziyade bize, hissedemedikleri unutmuşsundur; hatırlayamadıklarını değil gerçeğini öğrettiği içindi.
Ellerinden öpüp telefonu kapattım.