Buyrunuz Psikopatlar, seri katiller listemiz…
Yazı Başlıkları
6. Seung-Hui Cho
Listemizin ilk girisi, 16 Nisan 2007 tarihinde, 32 kisinin ölümü ve 25 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan Virginia Tech University katliaminin musebbibi Güney Koreli öğrenci.
Olayin kendisi tabii ki cok buyuk bir trajedi ama hayati boyunca depresyondan otizme turlu turlu teshisler konan ve okul arkadaslarini öldürdükten sonra, tabancayı suratinin ortasina dayayarak intihar eden bu cocugu bu cinnete iten ruh hali de hayli acinasi.
Kendisi okul yillarinda iletisim kuramayan, tuhaf bir tip olarak tasvir ediliyor. buyuk olasilikla “loser” olarak damgalanmis. edebiyat derslerinde yazdigi manasiz siddet iceren, tuhaf yazilar bazi ogrencileri ve hocalari korkutmus. ozellikle richard mcbeef ve mr. brownstone isimli piyesleri hayli urkutucu.
Cho, katliamin birinci ayaginda yurtta iki öğrenciyi öldürdükten sonra, odasına dönüyor, silahlarını kuşanıyor, NBC’ye bir paket postalıyor ve takribi 2 buçuk saat sonra kampüse dönüp, katliamın en kanlı kısmını gerçekleştiriyor. sonra da kendini öldürüyor. Bu sogukkanlilik, bu plan program, sonra bu sekilde bir intihar, kendini öldürecek mermiyi görecek şekilde tabancanın yüzüne baka baka… Akil alir gibi degil.
NBC’ye gönderilen paketten ise Cho’nun çekiç, tabanca ve bir sürü başka silahla çeşit çeşit fotoğrafı çıkıyor. Bir de manifesto niteliğinde bir video var pakette, orada Cho sebeplerini anlatıyor, belki de 15 dakikalik ününü arıyor.
Columbine katliaminin katillerini idollestiren, akli dengesi pek yerinde olmayan Cho, yalniz, zavalli, kaybeden Cho, 32 masum insani öldürerek intikamini aldigini mi sandi dunyadan? Hic dikkat cekmemis, kimsenin konusmadigi Cho, nihayet ilgiyi uzerine cekmeyi mi amacladi, nihayet soyleyeceklerini dinletmeyi mi hedefledi? Bilinmez…
Olay tuyler urpertici. Ancak olayin tuyleri daha da urperten bir baska boyutu Cho’nun kendine youtube gibi mecralarda taraftarlar toplamis olmasi. Kendisine tribute videolar adayan, kendisini kahraman olarak adlandiran, yazdigi manasiz piyesleri filmlestiren hatri sayilir bir kitle var.
Ha bir de bana enteresan gelen bir başka nokta…. Olaydan sonra çocuklarla yapılan röportajlarda “evet, biz öncesinde de aramızda onun bir school bomber olabileceğini konuşmuştuk, çok tuhaftı ” gibi laflar var. Size tuhaf gelen birini çekiştirirken, bir gün okula gelir ve hepimizi tarayabilir diye düşünür müsünüz yahu? . Ilk akla gelenin bu olması garip değil mi?
Bir yerlerde yanlis giden bir seyler oldugu muhakkak.
5. Marshall Applewhite (a.k.a Do)
Garip dinler diyari Amerika’dan toplu intiharla sonuçlanmış bir dinin lideri var karşımızda. 1997′de Halley kuyrukyıldızının gündeme gelmesiyle, bu dünyadan göç vakti geldiğine inanan Heaven’s Gate’den söz ediyoruz. Grubun lideri Applewhite ve beraberinde intihara sürüklediği tam 38 (+2) kişiden yani.
Bana sorarsanız bir şizofrenin peşine takılan bir grup insan. Onlar da mı delidir, hayatlarında bir boşluk mu vardır, yoksa sadece koyun ruhlu mudurlar, tam olarak hiç bilemeyeceğiz.
Olay şöyle gelişiyor. 1970′lerde Applewhite hastanedeyken, Bonnie Nettles isimli bir hemşireyle tanışıyor, bu ikisi ruhani düzeyde klik ediyorlar. Kendilerine “The Two” adını takıp orası senin, burası benim gezerek kurdukları dine yandaş topluyorlar. Bir ara kendilerine Bo ve Peep ismini takıyorlar, sonra Do ve Ti olmaya karar veriyorlar falan filan… Hatta Applewhte ve grup içinde 7 erkek, bu inanç doğrultusunda kendilerini iğdiş ettiriyor.
Bu böyle uzunca bi süre devam ediyor, din de giderek şekilleniyor. Sonra 1985′teBonnie ölüveriyor. Applewhite yani Bo, yani Do tek başına kalıveriyor ve ve sanırım partner-in-crime’ı ölünce iyiden iyiye tırlatıyor.
Peki nedir bu dinin temeli? Efenim bu dinin temeli, insanın daha üst düzey insanlığa ulaşmasıdır. Üst düzey insanlık ise tanrının uzay gemisinde mümkün olacaktır. Bu dünyadaki vücütlar amaca giden yolda kullanılan araçlardır, hatta 2000 yıl kadar önce Applewhite İsa’nın bedeniyle dünyaya gelmiştir, şimdi ise bu bedeni kullanmaktadır. Daha üst düzey insan olduğunuzda, kulak ve buruna ihtiyaç duyulmayacak, gözler büyüyecektir (bildiğiniz uzaylı tarifi yani). Bir gün herkes Applewhite’ın babası olan tanrının uzay gemisine dönecektir ve mutlu olacaktır. Bunun için de bu geçici bedenleri terketmelidir.
Eh bu noktadan intihar fikrine nasıl gelindiğini anlamak çok da zor değil…
Bu grubumuz Halley kuyrukyıldızının onları eve götüreceğini sanmaya başlayınca, intihar planı da devreye giriyor. Önce web siteleri update ediliyor, sonra exit videoları hazırlanıyor, ki bu videolarda herkes pek bi şen şakrak, pek bi neşeli, “keşke siz de gelseniz” türü laflar falan… Sonra bir zehirli kokteyl hazırlanıyor, gruplar halinde intihar ediliyor. Bir grup ölüyor, kalan grup onların arkasından evi toplayıp intihar ediyor ve bu böyle son 2 kişiye kadar devam ediyor. Onların da arkasını toplayan olamıyor haliyle. Polis eve girdiğinde, siyahlar giymiş 39 kişinin cesedini buluyor. Hepsinin cebinde biraz bozuk para ve yüzlerinde mor bir örtü. O gün orda olamayan 2 grup üyesi ise daha sonra aynı şekilde intihar ediyor.
4. Charles Manson
Deli bir adam ve yandaşları konulu bir başka olay ise 68 kuşağından geliyor efenim. Huzurlarınızda en karizmatik psikopatımız, pop kültür ikonu Charles Manson!
Genç bir anneden gayrımeşru olarak dünyaya gelen Manson, çocukluğu ve gençlik yılları boyunca irili ufaklı pek çok suçtan hüküm giyiyor, içeri giriyor, çıkıyor.
En son 1967′de çıktığında, Manson Family denen garip olgunun da temelleri atılıyor. Bu aile, hippilerden pek de hoşlanmayan Manson’un çevresine topladığı, yalnız başıboş, terkedilmiş -çoğunluğu kadın- gençlerden oluşuyor. Manson hippilerden hoşlanmadığını beyan ediyor ama yaşadıkları hayat bir hippi komün hayatını andırıyor. Tabii ki dönemin özgür seks ve uyuşturucu anlayışı da aile içi (!) ilişkilere sebep oluyor. Gruba giren kızlar bir elden geçiriliyor.
Neyse efenim, o dönemde bu sevimli aile, şarkı yazan Manson’un sayesinde Beach Boys grubundan Dennis Wilson’la takılmaya başlıyor. Hatta o kadar takılıyorlar ki evinden gitmeyen bu aile karşısında Wilson çareyi evi terketmekte buluyor. Ailemiz, nihayet Wilson’un evinden kovulunca. Spahn Ranch isimli bir çifliğe yerleşiyor.
İşte o dönemlerde Manson, kafayı Beatles’a ve özellikle de White Album’e takıyor. Bu albümdeki (aslında bir lunaparktan bahseden) Helter Skelter isimli şarkının beyazlarla zenciler arasında olacak büyük bir savaşı anlattığına, kendisinin İsa olduğuna, Beatles’ın İncil’deki 4 melek olduğuna ve kendisine mesajlar verdiğine inanıyor. Bu minvalde Revolution isimli şarkı da kendisine bir çağrı niteliği taşıyor mesela. Manson, artık LSD midir, çevresindekilerin şapşallığından mıdır nedir, enteresan bir şekilde “aileyi” bu fikirlere inandırmayı başarıyor.
Dananın kuyruğu nasıl mı kopuyor? Şöyle ki Manson Helter Skelter (yani büyük savaş) olunca zencilerin beyazları katledeceğine inanıyor. Bunun için de ailesinin çölde bir tünel kazarak, bir kuyuya saklanmasına karar veriyor. Böylece dünyada hiç beyaz kalmadığında, beyazlardan emir almaya alışkın zenciler ne yapacaklarını bilemeyecek ve dünyadaki tek beyaz olan Manson ailesine koşacak. Ve ne olacak? Manson ve ailesi dünyanın efendisi olacaktı.
Hıhı evet. Çok mantıklı.
Aile üyeleri bu kopması beklenen ve bir türlü kopmayan savaş gecikince sabırsızlanıyor ve Manson’a sorular sormaya başlıyor. Manson da savaşı tetikleyecek bir plan yapıyor. Buna göre aile bir takım cinayetler işleyecek ve suç zencilere kalacak. Böylece de savaş bir an önce başlayacaktır!
Bu da gayet mantıklı tabii!
Bir iki münferit cinayetten sonra, sıra büyük boyutlu bir katliama geliyor. Aileden birkaç güzel kızımız ve Manson’un sağ kolu Tex Watson , bir eve giriyorlar. Evde o sırada yurt dışında olan ünlü yönetmen Roman Polanski’nin evi! Evde bulunan biri Polanski’nin 8.5 aylık hamile karısı oyuncu Sharon Tate ve bir diğeri Folger’s Coffee’nin varisi olan 5 kişiyi kelimenin tam anlamıyla katlediyorlar. Duvarlara kan ile “pigs” yazıyorlar ve resmen eğleniyorlar.
İronik bir şekilde olay, Polanski’nin Rosemary’nin Bebeği filmini bitirmesinden çok kısa bir süre sonraya rastlıyor. Tate katliamından bir süre sonra Manson ailesi, La Bianca ailesinin de sonunu getiriyor. Yine kanla yazılar, yine vahşet, yine duyarsızca eğlenen Mansongiller. O kadar ki cinayetlerden sonra evde duş yapıp, bir şeyler atıştıryorlar bile!
Cinayetlere katılan Sadie, başka bir cinayetten tutuklanınca, hapiste gururla Tate ve LaBianca cinayetlerini de kendisinin işlediğini ve polislerin ne kadar saf olduğunu anlatıyor hapis arkadaşlarına. Bunun üzerine olay aydınlanıyor. Manson ve kızları tutuklanıyor. Mahkemede kızlar sürekli gülmeleri, şarkı söylemeleri ve hiç pişmanlık göstermemeleriyle dikkat çekiyor. Mahkemeyi izlemeye gelen aile üyeleri sürekli çeşitli şovlar yaparken, kendini savunma isteğiyle ortaya atılan Manson da mahkeme salonunda tam bir performans sergiliyor. Aileden sadece Linda Kasabian isimli bir kız olaydan pişmanlık duyuyor ve dokunulmazlık alarak, aile aleyhine ifade verip, her şeyi anlatıyor. Savcı da böylece “Helter Skelter” fikrinin cinayetler arkasındaki motivasyon olduğunu göstererek Manson ailesinin ipini çekiyor. İdam cezası alan aile üyelerinin cezası daha sonra müebbete çevriliyor.
Konuyla ilgili filmler için buyrun: 1976 yapımı, investigation ve mahkeme sürecini anlatan Helter Skelter ve 2004 yapımı olayı hazırlayan süreci anlatan Helter Skelter (bunda Manson’u Lost’tan tanıdığımız Daniel Farraday çok korkutucu şekilde oynuyor).
3. Armin Meiwes ve Bernd Jürgen Brandes
Sıradaki ikilimiz bir yamyam ve hmmm, nasıl söylesem onun yemeği. Evet, çok acaip…
Rotenburg Yamyamı olarak tanınan, Alman Meiwes’in hikayesi ilginç. Kendisi yamyamlığa merak salıyor ve bir ilan veriyor: “Yenmek üzere, yetişkin erkek aranıyor” diye.
Brandes’in hikayesi ise daha da enteresan bence. Kendisi yenmeye merak salıyor ve Meiwes’in ilanına cevap veriyor.
Sonrası ise mutlu son… Bu ikisi buluşuyor ve Meiwes Brandes’i afiyetle yiyor.
Bu kadar. Manyakça değil mi? Üstelik, bu akşam yemeğine ait bir de video da mevcut. Basına tümüyle verilmeyen bu vahşi videoda, tüm hazırlık süreci kaydedilmiş. Söylenene göre, hiç kesilmeden süren videoda, olaylar şöyle gelişiyor. Brandes ve Meiwes buluşuyor. Meiwes gayet nazik. Brandes diyor ki, “rica edeceğim pipimi dişlerinle kopar.” Meiwes deniyor ama beceremiyor, bunun üzerine kesmeye karar veriyor. kesim işleminden sonra Brandes buyuruyor: “kan kaybından bayılmadan, pipimi yemek isterim.” Bunun üzerine Meiwes pipiyi sofraya koyuyor ama kayış gibi olduğundan yiyemiyorlar. Meiwes çeşitli baharatlarla pipiyi kızartıp, getiriyor. Bayılmak üzere olan Brandes ile birlikte yiyorlar, fakar tattan çok da hoşnut değiller. Sonrasında, Meiwes Brandes’i kucağına alıp, ölümü beklemesi için küvete taşıyor, dudaklarına bir de öpücük konduruyor. Brandes saatler sonra nihayet ölüyor, Meiwes de onu parçalara ayırıyor ve bir kısmını yiyor.
Abartıyorum sanıyorsanız, hayır abartmıyorum, bunlar tam tamına videoda olduğu söylenen görüntüler. Mideniz kaldırırsa buyrun olayı anlatan bir kaç da film var: Cannibal ve Rohtenburg (ya da “A Grimm Love Story”)
Meiwes yeni ilanlar verince, birileri ihbar ediyor ve yamyamımız tutuklanıyor. Mahkeme ise karışık çünkü karşılıklı rıza var ise, cinayetten söz edilebilir mi gibi sorular doğuyor.
İşin en trajikomik yanı ise şu: Meiwes tutuklandıktan sonra hapisanede vejeteryan oluyor ve yeşil partiye destek vermeye başlıyor.
Go figure derler ya, işte ondan.
2. Albert Fish
Psikopat deyip de seri katil koymamak olmaz. Huzurlarınızda Albert Fish, seri katillerin en canisi.
Brooklyn Vampiri olarak da tanınan Albert Fish’i nasıl anlatsam… Kendisi yaşlı başlı, babacan görünümlü bir adam. Lakin söylenene göre şu hayatta ne psikopatlık varsa kendisinde mevcut. Bunun içinde yamyamlıktan iğdiş edilme fantazilerine, sübyancılıktan tecavüzcülüğe, mazoşizmden sadizme, kaka yemekten çiş içmeye ne ararsanız var.
Misal aşağıda göreceğiniz kendisine ait röntgende penisine enjekte ettiği pek çok çuvaldız net bir şekilde görülmektedir. Evet ya, iyyy.
Yaşları 8 ila 17 arasında değişen 6 çocuğu öldürdüğü bilinen Fish’in tüm yaptıklarını anlatmayayım burda ama en bilinen olayı Grace Budd cinayeti.
Fish; 10 yaşında bir kız çocuğu olan Grace Budd ile ailenin 18 yaşındaki oğlunu işe alma bahanesiyle tanışıyor. Sonrasında ise bir doğum gününe gitmek üzere evden çıkan Budd, bir daha geri gelmiyor. Kaçırılma suçuyla bir adam yakalansa da, sonradan suçsuz bulunuyor ve olay 6 yıl boyunca çözülemiyor.
Bir anneye, çocuğunu öldürüp gönderilen bu mektup caniliğin, gaddarlığın tanımı olsa gerek.
Fish tabii ki tutuklanıyor, diğer suçlarını da o zaman itiraf ediyor ve idama mahkum ediliyor. Tabii o zamanlar idam cezası diye bir şey var olduğundan da kendisi 1936 yılında idam ediliyor.
Fish hakkında daha fazla yazamayacağım. Midem iyice bulandı.
1. Joseph Fritzl
Efendim, listemizin bir numarasinda beklendigi uzere bir seri katil yok, sapikligi uzun yillardir surmesine ragmen, nihayet 2008 yilinda alenen ortaya cikan Joseph Fritzl var. Listemize Avusturya’dan katılan bu cani, bana sorarsaniz son yillarda gordugumuz en psikopat, en cani ruhlu insan. hatta “devil incarnate” denir ya hani, bence oyle. zira olaya neresinden baksam, bu adamin kotulugunu aklim almiyor ve akil hastaligi filan aciklamalari da yetmiyor.
Herkesi dogal olarak dumur eden sey, bu kadar planli programli sekilde sapikligini ortbas edip, evinin altinda kizi hapsetmeden senelerce once insa etmeye basladigi mahzeninde 4 kisiyi saklayabilen bu adamin piskinligi, cesareti, sapikligi ve nasil olup da karisi dahil olmak uzere, kimsenin olaya uyanmadigi.
Yakalandiktan sonra “medyanin abarttigi kadar da canavar degilim, tecavuze degil karsilikli rizaya dayanan bir iliskiydi, kizimin disiplini icin bunu yaptim” gibi turlu turlu garabet demecler veren bu insanimsi hayvan, cinayet (kizinin dogurdugu bebeklerden birinin ölmüş olmasi sebebiyle), ensest, tecavuz, adam kacirma gibi suclardan yargilanacak. savunmasında akıl hastalığı kozunun oynanacağı söylenmekle birlikte, hakimlerin bu numaralari yemeyecegini ve kendisini ömür boyu (en az) hapse atacaklarini umalim.
Kendisi gazetelerde agzimiz acik kalarak okudugumuz uzere, kendi oz kizini 24 yil boyunca evinin mahzenine hapsedip, kendisine senelerce ettigi tecavuzlerin neticesinde kizindan 6 cocuk sahibi olan bir sapik. cocuklardan 3′u yukarida evde yasarken, 3′u asagidaki mahzende kizi ile birlikte yasamislar. dolayisiyla bu uc cocuk hayatlarinda hic gunes isigi gormemis.
Kizinin kaybolmasi ve mutemadiyen kizinin dogurdugu cocuklarin kapinin onunde bulunmasi uzerine de aile esrafini “kiz tarikata katildi, cocuga bakamiyor” gibi karmasik aciklamalarla kandirmis.
Kötünün iyisi ise, hayatından 24 yıl çalınan elisabeth fritzl ve çocuklarının fiziksel ve ruhsal olarak her geçen gün daha iyiye gidiyor olmaları. ama tabii bu olayın üzerlerinde uzun vadede nasıl yaralar bırakacağı soru işareti.
Şeytan, Joseph Fritzl ile gurur duyuyor olmali. Boynuz kulagi gecti diyordur herhalde…