Yeşilçam filmlerini, sadece sanatsal ve popüler kültür üretim aracısı olarak düşünmemek gerekir. Bu filmlerden çoğu, ülkenin içerisinde bulunduğu dönemleri ve yaşanılan toplumsal olayları resmeden, alt-metinsel olarak oldukça dolu ve anlambilimsel olarak okuması yapıldığında ise gayet eleştirel yanlarının olduğu gözlemlenebilen filmlerdir.
Türkiye sinema sektörünün en önemli tarihsel süreci olan Yeşilçam, bizlere binlerce film sunmasının yanı sıra, toplumsal belleğin devamlılığını sağlaması ve ülke değişim-gelişim seviyesinin hangi aşamalardan geçtiğini gösteren en somut kanıtlarından birisidir aslında. O zamanları yaşayamamış nesillerin, okudukları kitaplar ve dinledikleri hatıralar haricinde kaynak teşkil eden, veri sağlayan en temel kaynaklarından birisidir.
Bahsettiğim gibi toplumsal belleğin günümüze taşınmasında önemli rol oynayan Yeşilçam sineması, bizlere Türk toplum yaşantısı, medeniyet ve teknolojinin ilerleyişi, bunların yanı sıra, toplumun değişimi, değişime zorlanması ve siyasi olayların toplum üzerinde bıraktığı izleri gözlemlememizde kaynak sunar. Özellikle ‘70 sonrası toplumcu gerçekçi akım olarak adlandırılan ve bu akım içerisinde değerlendirilen birçok filmin içerisinde bu izleklere rastlamak mümkündür.
Yazı Başlıkları
Sokağın Dili
Sokak, insan yaşamının ortak alanıdır. Dönemi sosyolojik açıdan en belirgin detaylarla anlatan ve gözlemsel açıdan birçok veri sağlayan bir unsurdur. Toplumun ruh halini, dönemin olaylarını, insanların bu yaşanan olaylara reaksiyonunu sokaklarda, duvar yazılarında görebiliriz. En yakın dönemde, Gezi olayları yaşanırken sokakların nasıl bir dil ve iletişim aracı olarak kullanıldığını hepimiz hatırlıyoruz. İşte, tarih içerisinde de sokaklar bu amaçla kullanılmış, sosyal medyanın ve basının irdelemediği noktaları, toplum, kamuya açık en yakın alan olan sokaklar ya da duvar yazıları vasıtasıyla dile getirmiştir.
Bu durumun Türk sineması içerisinde de belirgin örnekleri mevcuttur. Özellikle ‘61 anayasasının getirdiği geniş özgürlük alanları, toplumun her alanında rahat hareket etmeyi ve ‘60 öncesi yaşanan devletin baskı ortamını aşağılara çekiyordu. Toplumun sosyal hayat içerisinde en aktif olduğu ve bunu alışkanlık haline getirdiği bu dönemler, sanatsal olarak üretkenliğin zirveye ulaştığı bir süreci beraberinde getirdi. Sinemada da izlerine rastlayabileceğimiz bu durum, modernleşme süreci içerisindeki Türkiye toplumunun ne halde olduğunu göstermekte oldukça girişken olmuştur. Doğululuk ve Batılılık kavramları arasında sıkışan, ne kentli olmayı ne köylü kalmayı başarabilen toplumun sıkışmışlığı sinema için bulunmaz bir nimet olmuştur. Bu dönem sinemasının ana elementi sıkışmış insan prototipidir. Bunun birçok örneğini Yeşilçam sinemasında görebilir, bilhassa hatırlayabilirsiniz.
‘70 sonrası dönemde ise iktidarların baskıcı otoriter bir rejim izlemeleri, ekonomik manada toparlanamayan ülke şartları, sinemayı da bu eksene çekmiş; dünyada süren soğuk savaşın etkisi, sinemamızda artan sol unsurları belirginleştirmiştir. Özellikle Yılmaz Güney’in Yeşilçam’a getirdiği sol propaganda içerikli filmler, toplumun alt tabakasında ciddi yankılar uyandırmıştır. Bu durum, popüler kültüre hizmet eden diğer yapım şirketlerinin de ilgisini çekmiş, toplumun ezilen kısmına, yani işçilere, köylülere ve işsizlere yönelik filmler üretilmiştir.
Bu filmlerde sokağın dili nasıldır peki? Sokağın dili, anayasanın getirdiği sendikalaşma ve örgütlenme özgürlüğünün yansımalarıyla dolu diyebiliriz. Proleterya ve burjuva arasında yaşanan gerilimlerin doğurduğu ve neredeyse her fabrikada gözlemlenebilen hak arayışları, grevler ve bilinçlenme süreçleri, Yeşilçam’a da riayet etmiştir.
Bu bahsettiğim filmlerin örnekleri çok fazla aslında. Bu sebeple üzerine ciddi bir akademik çalışma yapılabilir. Ben akıllara kazınan unutulmaz sahnelerden birkaçını sizlere iletmek istiyorum.
- Köşeyi Dönen Adam: Kemal Sunal’ın başrolünde oynadığı 1978 yapımı filmin yönetmeni Atıf Yılmaz. Bu filmin içerisinde örgütlenme ve işçi dayanışmasının önemi vurgulanmaktadır. Filmin yayınlanan ilk versiyonunda yer alan fakat ‘80 darbesi sonrası çıkartılan sahneler, grev yapan işçileri, duvarlar yazılamalarını ve 1 Mayıs sahnelerini içermektedir. Filmde insanların gerçek yüzünü gören ve aydınlanan karamsarlık içinde yürürken kendini işçi kortejleri içerisinde bulur.
-
- Yıkılmayan Adam: Cüneyt Arkın’ın başrolünü üstlendiği 1977 yapımı, Remzi Aydın Jöntürk’ün yönetmen koltuğunda bulunduğu bir filmde çok sayıda grev sahnesi yer almaktadır. Filmin sonunda grev sözcüsü olan başrol oyuncusu, fabrika önünde fabrika patronunun adamları tarafından defalarca vurulur fakat yıkılmaz. Bu sahnede işçi bilinci ve direncinin birleşmesi halinde sermayeye karşı ayakta kalabileceği alt metin halinde sunulmaktadır.
- Ah Nerede: 1975 yapımı, Tarık Akan’ın başrolünde oynadığı ve Orhan Aksoy’un yönettiği film. Filmde Ferit’in kardeşlerinden birisi dönemin yükselen öğrenci hareketlerinin içerisinde yer almaktadır ve bu sıkça dillendirilmektedir. Bir sahnede, gece duvarlara yazı yazmaktayken yakalanır. Filmin bu sahnesinden sonra yakalanıp karakolda tutulan öğrenci, babası tarafından dövülerek cezalandırılmaktadır. Çok ufak bir sahne olsa dahi, popüler kültür ürünü dönem filmlerinin içerisinde bu tarz sahnelerin girmeye başladığı ilk örneklerden biridir Ah Nerede filmi.
- Çöpçüler Kralı: Kemal Sunal’ın başrol oynadığı, Zeki Ökten’in yönettiği 1977 yapımı bir filmdir. Filmde ana karakterler, ezen ve ezilen statülerinde değerlendirilebilir. Çöpçü, ezilen halkı temsil ederken; amiri de onu sömüren patron sınıfını temsil etmektedir. Alt metinde amir, çöpçüyü aşağılamakta, ezmekte, her istediğini yaptırıp sevdiği kızı elinden almaktadır. Bu filmin birçok karesinde de duvar yazılamaları görülebilir.
- Kibar Feyzo: Yine Kemal Sunal’ın başrol oynadığı 1978 yapımı, dönemin en ağır eleştirilerini bünyesinde barındıran, yönetmen koltuğunda ise Atıf Yılmaz’ın oturduğu bir filmdir. Anlambilimsel olarak ele alındığında, filmin basit senaryosunun ardında ciddi siyasal eleştiriler ve komünist propaganda izleklerini görmek mümkündür. Lacan’ın metodolojik yaklaşımına göre ise “simgesel” anlatımın en üst noktaya ulaştığı örneklerden birisi olarak ele alınabilir. Ezilen-ezen kavramlarının şiddetli bir tasviri yapılan filmde dönemin toprak sistemi, kent ve köyün kopukluğu, sömürü sistemi ve işçi hareketleri anlatılmakta, siyasi baskı ortamı farklı açılardan resmedilmektedir. Baştan aşağıya alt metinle dolu film sinemamızın baş yapıtları arasındadır.
Örneklerinin çoğaltılabileceği bu tarz anlatımlar, ’70 sonrası Türk sinemasında belirgin rol üstlenmekte, sokağın ve duvarın dilini, halkın ruh halini ve kentlilik-köylülük arasında kalmış kitlelerin yaşadığı sıkıntıları günümüze ulaştırmaktadır.
Özellikle ’80 darbesi sonrası sesi kısılan Yeşilçam, darbe öncesi üretkenliğine hiçbir zaman ulaşamamıştır. Senede yüzlerce filmin çekildiği ve günümüze ışık tutan filmler, siyasal baskı ortamının kurbanı olmuştur.
Sinemamızın keşfedilmeyi bekleyen, bir köşede unutulmuş filmlerin sesi kulaklarımızı tırmalamalı. İrdelenmesi, gün ışığına çıkartılması gereken bir tarih var elimizin altında. Sadece dönüp bakmamız, o zamanların sokaklarına kulak kesilmemiz gerekiyor. Bu gürültülü ortamda, belki de çıkış yolumuz, geçmişte yürünen, bugün de adımladığımız yolların benzeri olan süreçlerde saklıdır. Çözümü çok uzaklarda aramamak, sokaklara bakmak yeterlidir.