1865 yılında asıl adı Charles Lutwidge Dodgson olan Lewis Carroll takma isimli ünlü matematikçi, şair, fotoğrafçı ve yazar tarafından kaleme alınan eserin hikayesi bir fotoğrafla başlar.
Caroll, müdürün kızı (bazı kaynaklarda komşusunun kızı) olan Alice’nin fotoğrafını çekmek ister.
Birçok çocuğun fotoğrafını çekmiş ve bu fotoğrafları çekerken çocukların uslu durması için (fotoğraf çekmek o zaman saatler alan bir işti) onlara masallar anlatmıştır.
Anlattığı masallar çocukları oyalar ve Caroll istediği pozları yakalar. Ancak bu çocuklardan bir tanesi olan Alice fotoğrafı çekilirken öyle bir yere dalıp gitmiştir ki bu Caroll’un dikkatini çeker. Alice’in anlattığı masalda gezindiğini fark eden Caroll bunları kaleme almaya karar verir.
Başlangıçta masum bir çocuk avutma masalı gibi görünse de , Alice Harikalar Diyarında Lewis Caroll’un matematik ve mantık dehasıyla bezenmiş, kara mizah olarak da kabul edeceğimiz, içinde bulunduğu toplumu eleştiren ,değerlendiren bir eser olarak çıkar karşımıza.
1865 İNGİLTERESİ, VİCTORIA DÖNEMİ VE ESERE YANSIMASI
1865 yılına genel bakış,
22 Şubat’ta köleliğin yürürlükten kaldırıldığı yeni bir yasanın kabulünü görüyoruz.
Dünya genelinde 14 Nisan’da ABD cumhurbaşkanı Abraham Lincoln ‘un öldürülmesi var. İngiliz gemi sanayicisi Samuel Cunard tarafından Titanic’in üretildiği Cunard Line kuruldu. Darüşşafaka kurulması gibi sosyal olaylar da göze çarpıyor.
2 Ağustos’ta Lewis Carroll bugün hala incelemekte ve altındaki sırrı anlamaya çalıştığımız çocuk romanı olarak kabul edilen ALİCE Harikalar Diyarında ilk kez basıldı.
Burada en çok dikkat çeken olay , pek tabi köleliğin kaldırılması olarak göze çarpıyor.
Eserin doğduğu dönemin incelenmesi gereken bir diğer hususu ise Victoria devri;
Büyük Biritanya ‘nın Victoria devri Britanya sanayi devriminn yükselişi ve Britanya İmparatorluğunun zirvesi olarak kabul edilmektedir.
Kraliçe Victoria’nın 64 yıllık iktidarı , 19. Y.y. ‘ın büyük değişimlerine tanıklık etmiştir.
1865-1901 yılları arasını kapayan dönem Victoria devri olarak anılsa da birçok tarihçiye göre 1832 reform hareketi bu kültürel devrin asıl başlangıcıdır.
Sanayi devrimiyle birlikte meydana gelen emek sömürüsü,işçi hakları ,örgün eğitim kurumları, köleliğin kaldırılması gibi önemli tarihsel dönüşümler bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Mina Morgan’a göre kavramsal olarak çelişkive çatışmalarla dolu anahtar kelimelr aracılığıyla, vermektedir ki bunları aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür.
- Ailevi değerlerle saygıdeğer olma merakı, bunun getirdiği iki yüzlülük,
- Toplumsal durumlardan ve bireysel koşullardan aptalcasına memnunluk,
- Cinsel konularda yapay çekingenlik, sevgisiz evliliklerin kutsal bulunması
- Dar kafalılık ve dinsel yobazlığa karşın Hristiyanlığın dibini oyan bilimsel araştırma ve gelişme .
- Para ve madde severlik alt sınıfların ve parasızların saygın bulunması,
- Plansız gelişen sanayileşme ve haksızlıklarla dolu çalışma şartları ve adaletsiz ekonomik düzen,
- Sanata duyulan düşmanlık ve edebiyatın salt eğlence amaçlı olarak algılanması.
Mine Morgan (2003) İngiliz Edebiyatı Tarihi İstanbul YKY
Lewis Carroll’un masum çocuk romanı bu şartlar altında can bulmuşken onun dehasından izler taşımıyor olması beklenemezdi.
Peki neni irdeledi Alice ile birlikte Carroll?
İncelediğimiz maddelerde olduğu gibi ,sanayi devrimini sınıf ayrımın ,burjuvazi yaşamı, kuraları ve mevcut düzeni…
Alice’nin tavşan deliğinden aşağı düşerken karşılaştığı materyaller birebir bunların eleştirisiydi. Kitaplar piyano ve bir yatak.
Alice’nin öğretilmiş özgürlüğü bir delikten aşağı yuvarlandı.
Carroll ve ona başı girse omuzlarını ne yapacağını sordurtacak kadar küçük bir kapı araladı.
Alice o kapıyı olağanüstü saydığımız iksirlerden ve kekten yararlanarak açtı ve aslında özgürlüğünün yanılsamalı bir özgürlük olduğunu göreceği yolculuğuna çıktı.
Yerleştirilen öğelerin hiçbiri rastgele seçilmemişti.
Bir playboy tavşanının kullanılması cinselliği de eleştiriyordu bir taraftan. Aynı tavşanın kırmızı kraliçeden ölesiye korkması da toplumun olduğu durumun göstergesiydi.
Suratsız bir kedi, şapkacı, uzak doğulu bir fare, kırmızı ve beyaz kraliçeler dönemde olanları temsil ediyor ve olguları irdeliyordu.
Carroll, Alice’nin ağzından bize şu soruyu sordurttu;
Ben kimim , sen kimsin ?
Burada Michel Fouccolut’un ‘biyopolitik yönetimsellik’ kuramına değinmek istiyorum.
Michel Fouccolut ‘yönetimsellik’ terimiyle batı toplumlarında bir devleti yönetme ile kendi kendini yönetmenin yani öz yönetim tekniklerinin yapısal olarak nasıl iç içe geçtiğini ortaya koyar.
Yani modern yönetimselliğin temel yapısını oluşturan liberal yönetim tarzları hep biyopolitik olmuştur. Burjuva bir liberal bağlamda ,buna yönelik bir yönetim politikası günümüze kadar hep normalliği üretip yerleştirmek ve sağlama almak anlamına gelmiştir.
Buradan hareketle diyebiliriz ki, normalliğin normları iktidarlar tarafından belirlenip bize öyle olduğu algısıyla dayatılmış ve normalleştirilmişizdir.
Carroll’un Alice ‘e sordurttuğu ben kimim ,sen kimsin sorusu apaçık bir normal norm eleştirir.
Peki iktidarlar bize neden normal normları dayatırlar? İşte işin bu kısmı parayla ilgili, yani sistemleştirilmiş insanlar sorunsuz çalışırlar sorunsuz çalışılan yerde akış ve kazanç sekteye uğramaz.
İnsanın kendi malı adledilen bedenini, emek gücü olarak satması gereken ‘kendine ait bir beden’ haline geldiğini gösterir.
Ayrıca bir bakımdan modern özgür birey kendisine öylesine güçlü özilişkiler kurma yoluna itilir ki, istikrarlı bir şekilde iyiye doğru giden bir yaşam için emeğini satabilir.
Esasen sistem baskıcı olmaktan yana değildir, daha ziyade insanın içten içe işleyen kendini terbiye ve kontrol etme mekanizmalarıyla ilgilidir.
İnsanlara bedenlere ve şeylere hem dayatılan, hem de bütün bunların aktif bir parçası olduğu bir düzenin analizidir yönetme sanatı.
Yönetim teknikleri sorununun merkesindeki mesele ,özerk özgür nesneleri düzenleme meselesi değil,nesneleri daha en başında güya özgür ve özerk nesneler olarak tesis etmeyi sağlayan ilişkilerini düzenleme meselesidir.
Yukarıdaki ibarelerden de anlaşıldığı üzere elimize yanılsamalı bir özgürlükle ben kimim? Sorusunu soran Alice’i verir Carroll.
Alice’in bu sorusunun cevabını bulması aynı zamanda bizim de bulmamız olduğundan, 150 yıldır hiç eskimeden değerlendirilmesi şaşırtıcı değildir.
Peki Tim Burton ‘un 2010 yılında vizyona giren filmi ile Lewis Carroll’un Alice’i neden farklı ?
Film ve kitap arasındaki farkların nedeni nedir ?
Michel Fouccolut’un biyopolitik yönetimsellik ilkesine dönerek, dönemin şartlarını özetleyen maddelerden söz etmek gerektiğini düşünüyorum .
Üçüncü madde, yani, cinsel konularda yapay çekingenlik.
Lewis Carroll’un karakteri bir çocuktu çünkü çocuk cinsiyetsizdir. Üzerinden verilen mesajda kadın yahut erkek ibaresiyle değerlendirilmez. Çocuklar da aynı normalleştirme normları gibi bilinçaltımızdadır ve olayları masumlaştırır.
Algımızı kendimiz belirlediğimizi sanıyorsak da bunun böyle olmadığını incelediğimizde anlarız.
Bununla bir bağlantı da , dönemin edebi eserlerinin çocuk romanları olması ve satış oranları.
Sunay Akın , Sabah gazetesine vermiş olduğu bir röportajda şöyle bir cümle kullanır,
‘ jules verne ‘nin aya seyahat ‘ı da aynı yıl yayımlandı. Yani o dönemde başka dünyalara ve hayallere yolculuk çok ilgi gören bir konu…’
2010 yılında gösterime giren Alice Harikalar Diyarında filminin kahramanı Alice ‘in 20 yaşına basacak genç bir kız olması ise bizim algı yönetimimizin değişmesi ile ilgili gibi duruyor.
Ve pek tabi ‘Aynanın içinden’ adlı eserle de harmanlanmış, yedi yaşındaki Alice’nin hikayesinin devamı olarak çıkıyor karşımıza.
Lewis Carroll sorgulatan, merak ettiren ve çocuk kitabı deyip geçemeyeceğimiz bir eser bırakmış bize.
Bu arada Lewis Carroll’da hikayede bizimle.
O Dodo kuşu.
Bu taşı kaldırınca altından Dodgson soyadı ve Carroll’un kekemeliği çıkıyor ki bu da bizi başka bir hikayeye sürükler nitelikte.
1865 ‘ten beri bize altını kaldırmak isteyeceğimiz taşlarla dolu hikayesini vermiş olan Carroll’u Tim Burton’un taçlandırması ile bir kez daha hafızamızın içine saklıyoruz. Keza bu sır dolu masal bizi bir 150 sene daha meşgul edeceğe benziyor.