Modern dünyanın en güzel yanlarından biri de mavi göklerde uçabiliyor olmanız. Fakat işin aslı, insan vücudu havada seyahat etmek için tasarlanmamış. Bu yüzden de uçaklarda farklı fiziksel etkilere maruz kalıyoruz.
Hepimiz Zaman Zaman Yolculuk Yapıyoruz . Peki Uçaktayken Vücudunuza Neler Oluyor Hiç Merak Ettiniz mi ?
Yazı Başlıkları
Tat Alma Duyunuz Kaybolur
Havayolları yemekleri her zaman tatsız tuzsuz olur ya da tat alma duygumuz kendini böyle inandırır. Açıkçası, aslında uçak yemekleri sanıldığı gibi kötü değil. Vücudumuz havada değişikliklere uğruyor ve yerdeyken gayet beğeneceğimiz bir yemek, havada hoşumuza gitmiyor.
Modern uçaklardaki koşullar, tat ve koku alma duyularımızı yok ediyor. Uçaklar basınçlı olduğu için, seyahat esnasında oksijen maskelerine ihtiyaç duymuyoruz fakat yine de kabin basıncı, yeryüzüne göre daha az oluyor. Bu yüzden de tat alma duyumuz zemindeki kadar iyi olmuyor.
Fakat uçak yemekleriyle ilgili asıl suçlu burnumuz. Tat alma duyusu denilen hissin yüzde 80’i kokuyla gerçekleşiyor. Burnumuz ise kuru, düşük basınçlı yerlerde tam olarak işlevini yerine getiremiyor ve yeryüzündeki gibi çalışmıyor. Bu da yemeğin tadını bozuyor.
Dolayısıyla, bir daha havayolu firmalarını suçlarken iki kere düşünün. Asıl suçlu uçağın ta kendisi.
Ayaklarımızdaki Kan Havuzları
Uçakta ayakkabılarını çıkaranlar, tekrar giymenin ne kadar zor olduğunu bilir. Uçuş sırasında ayaklarımız şişer ve aşırı derecede kabarık olur. Bunun sebebi de uçarken vücudumuzdaki kanın yavaşça alt kısma çekilmesidir.
Bu kan havuzu, vücudumuz kramp pozisyonunda uzun süre kalınca gerçekleşir. Önlemek için de daha bol kıyafetler giymek ve uçuş sırasında aralıklı olarak ayağa kalkmak gerekir. Bulutların arasında dar kot pantolonlar pek de iyi birer seçim değildir.
Susuzluk Yaratır
Kabinlerde havalandırmanın nasıl çalıştığını hiç merak ettiniz mi? Uçarken hava sirkülasyonu sağlayamazlar ve bu yüzden de havayı motordan çekerler. Uçakların turbo fanları dev girişlere sahipken, bolca hava çekerler. Bunların büyük çoğunluğu motor hareketi için kullanılır fakat bir kısmı da kabini havalandırmada kullanılır.
Bu havalandırma sistemi kabinin nemini çekerken, aynı zamanda aşırı derecede susamamızı sağlar. Ayrıca maalesef hastalık riski oluşturur ve astımlı insanlar için epey tehlikelidir. Dolayısıyla uçağa binerken mutlaka nemlendirici krem almanızı tavsiye ederiz.
Sudaki Koli Basili ve Bakteri Riski
Uçaklar koli basili, MRSA ve diğer bakteriyel enfeksiyonlar için harika birer kuluçka yeridir. 2014’te yapılan araştırmalar gösteriyor ki, koli basili ve MRSA gibi enfeksiyonlar bir uçakta uzun süre hayatta kalabiliyor.
Yapılan deneylerde, MRSA tek bir koltukta 168 saat kalırken, koli basili ise 96 saat yaşamayı başardı. Bu önemli bir problem çünkü uçaklara devamlı farklı yolcular biniyor. MRSA enfeksiyonu olan birisi koltuğun kol kısmına elini koyduğunda, haftaya uçağa binen başka birisi hastalanabiliyor.
Hatta uçaklarda içtiğimiz sularda bile çeşitli bakteriler yaşıyor. 2015’teki araştırmalarda, uçakta servis edilen sularda 37 farklı zararlı bakteri bulunduğu tespit edildi. Dolayısıyla, kendi suyunuzu yanınızda taşımanız daha iyi olabilir.
İzafiyet Teorisiyle Zaman Daha Yavaş Akar
Uçuş yapmak pek çok sebepten ötürü oldukça eğlenceliyken, aynı zamanda bir nevi zamanda yolculuk yapmanızı sağlar. Elbette ‘Geleceğe Dönüş’ filmindeki kadar olmuyor fakat birazcık da olsa, zaman yolculuğu gerçekleşiyor.
Einstein’ın izafiyet teorisi bunu açıklarken, bir nesne hareket etmeye başlayınca, zaman yavaşlıyor. Eğer bir uzay gemisi ışık hızına ulaşsaydı, içindeki astronot için zaman aşırı derecede yavaş ilerlerdi. Gideceği mesafeye ulaştığında ise evrenin kalanından daha genç olurdu.
Aslında bu teori yavaş hızlarda dahi gerçekleşiyor. 6 saatlik bir uçak yolculuğunda, yolcular yeryüzündeki insanlara göre saniyenin milyonda biri oranında daha az yaşlanıyorlar.
Bulutlardaki Bakteriler
İnsanlar bakterilerin genelde yeryüzünde olduğunu düşünse de, aslında havayı seven çok sayıda bakteri de var. Bilim adamları 30 bin fit yükseklikte dahi çeşitli bakteriler keşfederken, bunların pek çoğu topraktakilerle benzer özellikler taşıyorlar.
Fakat tabii ki bunların uçak kabini içine sızmaları mümkün değil.
Sivilceler
Kabinlerin nemsiz olduğundan zaten bahsetmiştik. İşte bu aynı zamanda sivilce oluşumunu da sağlıyor. İnsan cildi böyle ortamlar için uygun olmadığından, uçaktayken hücrelerimiz zarar görüyor ve ardından sivilceler baş gösteriyor.
Daha da garibi, doğudan batıya doğru uçtuğumuzda işler iyice kötüleşiyor. Bu saat ve gece-gündüz döngüsünü karıştırırken, vücudumuz bunu algılayamıyor ve hormonlarımız karışıyor. Böylece vücudumuzda sivilceler çıkıyor.
Daha Çok Gazınız Gelir
Daha önce uçağa binen herkes bunu bilir. Bir sebepten ötürü bolca gazınız gelir ve kaçacak yer de olmaz. Peki neden uçaklar sindirim sistemini bu kadar etkiliyor?
Bu hızlı tırmanma ve inişle ilgili bir durum. Uçaklar basınçlı ortamlardır fakat atmosferin standart basıncına göre bu miktar daha azdır. Vücudumuzdaki gaz ise yeryüzünde oluştuğu için, basınç miktarı azaldıkça artmaya başlar. Vücudumuz gazı yavaşça atmaz ve biz de giderek şişkinleşiriz.
Uçaktaki gaz kaçışı olmayan, gerçekten rahatsız edici bir durumken maalesef inişe kadar yolcuları bekletiyor. BBC ise bu konuda kokuyu emen iç çamaşırlarını öneriyor.
Sinirler Gerilir
Kimisi uçak yolculuğunu unutulmaz bir deneyim olarak görürüken, kimisinin de bu sinirlerini bozar ve rahatsız eder. Yapılan yeni araştırmalar gösteriyor ki, bu sinir durumu sadece fiziksel etkenlerle bağlantılı değil, aynı zamanda felsefik bir sorun.
İnsanlar doğası gereği kontrol kendi elinde olmadığında gerginleşir fakat hayatımızda, her dönem kontrol elimizdeymiş gibi davranırız. Bir uçağın penceresinden aşağı bakarken ise bunu sağlamak mümkün değildir. Bu da kimi insanları ‘varoluşsal bir kriz’ içine sokarak rahatsız eder.
Elbette seyahat sayısı arttıkça, sinir hâlleri de zamanla kayboluyor.